Gazeteduvar.com.tr elektronik gazetesinde 6 Ocak 2017 tarihinde yayınlandı
Fransızca versiyonu lepetitjournal.com Istanbul elektronik gazetesinde 4 Ocak 2017 tarihinde yayınlandı
Adana’daki devlet kuruluşu olmayan Suriyeliler mültecilerin kampında iki kayropraktik bayan uzmanı ve bir arkadaş ile Mart 2015 sonunda birinci gezi olduktan sonra, bu sefer çok sayıda dostların, tanıdıkların ve diğer bağış yapanların cömertliği sayesinde 580 adet 25 TL'lik Bim Hediye kart ile dolu sırt çantası ile 26 Aralık 2016 tarihinde ikinci ziyaret gerçekleştirildi.
Çocukluk çağın (bez, süt tozu bebekler için, elbiseler, vs) yardım stokunun deposunun sorumlusu Cemo yemek kartların dağıtımını organize etti.
Bu organizasyona aslen Adanalı olan ama Texas'ta yaşayan Fatih, savaştan önce Suriye'de bakkalık yapan ama savaş yüzünden 3 yıldır Türkiye'de yaşayan ve gelen yardımlarla bir bakkal dükkanı açarak mesleğini icra etmeye devam eden 3 çocuk Kobaneli Haci, savaş başladığından beri önce Irak'a sonra Lübnan'a giden ve son 3 yıldır da Türkiye'de yaşayan evli ve bir çocuk babası Kobaneli Izzedin de katıldı.
Bu çadır kampında binlerce Suriyeli, birkaç Iraklı mülteci de bulunuyor. Son 5 yıldır da 19 Mayıs semtinde bulunan boş arazilere ya da tarlalara kurulmuş, pek de iyi durumda olmayan çadırlarda yaşıyorlar.
Her zaman ki gibi iş günlerinde sabahları, birkaç lira karşılığında günlük iş arayan erkekler caminin yakınlarında buluşuyor.
Geçen sene buluştuğumuz çoğu mülteci Adana dışına taşınmış. Yaklaşık 90 km uzaktaki Osmaniye şehrinin Erzin ilçesine taşınan Şemsettin onlardan biri.
En şanslı beş aile Kanada'ya göç edebilmişler. Gidenlerin arasında geçen yıl tanıdığımız, gülümsemesini unutamadığımız küçük sağır ve dilsiz kız da varmış. Muhtemelen Kanada'nın onlara sunduğu yaşam şartları, burada çadır kentin verebileceklerinden daha iyi olmalı. Gidenlerin yeri hemen doluyor, Halep'ten gelenler boşalan çadırlara geçmiş durumda...
Özellikle son günlerdeki yoğun yağışlardan dolayı her yer bileğe kadar çamur olduğu için, sıvanmış pantolonlarla çadırlar arasında dolaşmak çok kolay değil.
Kampta o kadar çok hikaye var ki, etkilenmemek mümkün değil! Mesela tanıştığımızdan biri tam 13 çocuk babası... Uzun boylu ince bir adam... Bize haklarını değerlendirmek için idare ile yaşadığı zorlukları anlatıyor. Pasaportlarını ve resmi evraklarını kaçarak geride bırakmak zorunda kalan eşi ve çocukları, uyruklarını ispatlayamadığı için buradaki hiçbir haktan yararlanamıyor...
Başka bir bizi Unicef'in bir kitapçığını gösteriyor. Üzeri el yazısı ile yazılmış küçük bir post-it yapıştırılmış üstüne. Yazıya göre onun ve ailesinin yardım hakları var... Başkaları bizlere -içgüdüsel olarak- aile üyelerine göre bir yada iki yardım kartları alabilmek için Türkiye'de verilen “misafir” kartlarını gerekli göstermenin gerekli olduğunu düşünüyor.
Çoğu çocuklar, bazen büyüklerde, ıslak toprakta çıplak ayaklarla ; üç oğlan çocuk çıplak popo ile oynuyorlar... halbuki bizim sıcak giysilerimiz var...
Bütün çadırlar birbirine benziyor, içleri de hemen hemen aynı; sobanın etrafına atılmış birkaç şilte ve çoğu zaman üstünde kundakta uyuyan bir bebek, kenarlara asılmış elbiseler. Birkaç priz ve bir uzatma kablosu, çağdaşlığın tek belirtisi...
Bazen, kırık plastik sandalyeler ya da ikinci el kanepeler konutun yanında duruyor.
Pis sandaletler veya ayakkabılar çadırların önüne koymuş.
Çamaşırlar önce leğenlerde yıkanıyor, eğer çit varsa oraya uzatılmış iplerin üzerinde asılıyor.
Ana caddelerden birinin kenarında bulunan bir çadırda, domates, patates ve sebze satıcı var.
Başka bir çadırın önünde ise soğan ekilmiş emanet gibi duran polistiren bir kutudan yapılmış bahçe. Yanında tencereler ve bir takım mutfak eşyaları duruyor, bu da kampın sadece klasik manzaralarından biri...
Kimse için dilemeyeceğimiz bu yaşam şartlarına rağmen, etrafta gülümseyen pek çok ve güzel yüz var. Özellikle çocuklar gülümsemeye devam ediyor ve bazen muziplik ile parlayan gözleri var.
Bazı büyükler umutlarını kaybetmemiş gibi gözüküyor... Bizden fotoğraf çektirmek isteyen, iyi günde kötü gün içinde birleşen güzeller güzeli bir çift gibi... Bazı bakışlar ise daha tedirgin, ürkek; herkes bu durumu farklı yaşıyor ve hissediyor.
Biraz daha uzakta, az konuşan bir erkek çocuğun bir ayağında kötü bir kırmızı plaka gözüküyor.
Gülümseyen bir genç kız bir çadırdan çıkıyor, ayakları çıplak, elinin eğrilmiş ucunu uzatıyor ve verilen Bim kartını tutmaya çalışıyor... Birkaç minikler büyükler olduğu gibi az ya da çok önemli engelleri var ve günlerini çadır altında geçiriyorlar.
On yaşında olan başka bir kız sert eli ile benim elime yapışıyor ve uzun bir zaman bizimle kalıyor, bir kaç sefer daha çok yardım yalvarıyor.
İleride dört tane kadın var, koşarak bize doğru geliyorlar sırtlarında taşıdıkları evlatları ile, dağıtan ve son kalan iki karta doğru atılıyor... Gerekirse dövüşmeye hazırlar.
Sıcak anorak ve mantolar giymiş "diğer" çocuklar neşe ile okullarından dönerken çadırların yanından geçiyor, yine sıcak evlerine gitmek için. Her gün yanından geçtikleri bu yoksulluğun farkındalar mı, ne düşünüyorlar, ne görüyorlar diye merak etmeden duramıyorum.
2-3 yaşlarında olan çok sevimli yetim bir kız çocuğu, yanımıza geliyor, yanaklarını okşuyoruz. Yeşil yün şapkalı bu kız, bizden gördüğü şefkatten çok etkileniyor ve biz giderken gülümseyerek bize el sallıyor...
Sırt çantası hafifledi ama yüreği pilav lapası gibi tabanlarımıza yapışan çamurlu ayakkabılarımız kadar ağırdı.
Dağıtım bittikten yarım saat sonra, 24 saat boyunca hiç durmayan kuvvetli bir yağış oldu. Kampın büyük bir bölümünü, lağım gübresi renginde bir umutsuzluk gölüne çevirdi.
Meteorolojik şartlar bu erkekler, bayanlar ve çocukların günlük yaşamı ve sağlık durumu üstünde inkar edilemez bir etki yaratıyor.
Gelecekleri ne olacak ? Sonraki saatler kafamda devamlı bu soru vardı... ve hâlen geçiyor bugün...
Buraya tıklayarak, fransızca versiyonu okuyabilirsiniz.