Fransızca versiyonu lepetitjournal.com Istanbul elektronik gazetesinde 4 Ocak 2017 tarihinde yayınlandı
Uzun boylu, ince, dudaklarında daimi bir gülümsemeyle 20 yaşındaki Melad yarın üçüncü yaşamına başlayacak.
İlk hayatı Irakta idi. Musul'da dünyaya gelişinden birkaç hafta sonra ailesi Türkiye sınırına 120 km uzaklıktaki Irak Kürdistan'ında bulunan Zakho kentinde yaşamını sürdürmeye başladı ve 17 yıl boyunca da o kentte kaldı.
Oranın her şeyi farklıydı; dili, kültürü, idari yapısı.Lisede 11.sınıfa kadar okudu (sistem Türkiye'deki gibi) ama eğitimine devam etmek istemedi zira eğitim sonunda verilen diploma Arapça olmayıp Kürtçe dilindeydi; oysa orada öyle bir eğitim temeliyle başarılı olmak maalesef imkansız. Babası araba tamircisi idi. Kendisine ait büyük bir tamir atölyesi ve ayrıca iki konutu bulunuyordu.
Aile Irak'tan 3 Eylül 2013 tarihinde ayrıldı; İŞİD o bölgeye yerleşmeden 6 ay kadar önce. Bir otobüsle Melad, annesi, babası ve ve sırasıyla 12 ve 14 yaşlarındaki iki genç kardeşini 24 saatte İstanbul'a getirdi. Neden İstanbul'u seçtiler? Çünkü burada Hristiyan olarak yaşayabilirlerdi; kiliseler mevcut, hareket ve iş olasılıkları bulunmakta...
Ağabeylerinden biri hala Zakho'da yaşıyor, diğeri ve ablası 10 yıldan beri Avustralya'ya yerleştiler. Ailesi yurt dışına gitmeye karar verdiğinde, halen Irak'ta kalan ağabeyisi Miron, üniversitenin ikinci yılını tamamlamakta olup, ülkesini terk etmek istememiştir. Babasının evinin birinde oturup diğerinin kirasını almaktadır. Böylece az da olsa ailesine katkı sağlayabilmektedir. Ailesi Avustralya'ya göç ettiğinde belki o da aile birleştirmesi kapsamında onların yanına gider.
Geldiklerinde, burada yerleşmiş Iraklılarla bağlantı kurarak, izlemeleri gerekli yöntemleri öğrenip, hep birlikte mülteci sıfatıyla Ankara'daki Birleşmiş Milletler Temsilciliğine başvurarak Avustralya'ya iltica talebinde bulunuyorlar ve orada aile birleştirmesi istiyorlar.
Melal için (İstanbul'da geçirdiği) ilk üç ay çok zor oldu, dili konuşmuyordu ve tek bir Türkçe kelime dahi bilmiyordu; yeni bir ülkeye uyum sağlamak da zor işti. Ailenin her ferdi farklı biçimde davrandı: babası için durum daha kolaydı, annesi ise Türkiye'de yaşamaktan nefret ediyordu, Türkçeyi öğrenmiyor ve her gün buradan ne zaman ayrılacaklarını soruyordu...hala bugüne dek durumuna alışmış değil. Genç adam, annesini böyle görmekten ıstırap duyuyor ve onu, örneğin İngilizce öğrenmeye, geleceği düşünmeye, bir şeyler yapmaya çaresizlik içinde teşvik ediyordu.
Keza ailesi ve kendisi, çevrelerindekilerden hiçbir Iraklının Zakho menşeli olmadığını fark ettiler; çoğunluk Bağdatlı Iraklıydı dolayısıyla Melad fazla arkadaş da edinemedi.
Iraklılar Türkiye'ye yaşamak için gelmiyorlar, burası onlara başka bir yere geçebilmek için bir durak; kimi ABD'ye, kimi Kanada'ya, kimiyse Avustralya'ya veya başka ülkelere gidene kadar bir bekleme durağı olarak görüyorlar Türkiye'yi. Oysa Melad "bekleyiş yıllarının bir kayıp süreci olmaması için bir şeyler yapabilirim" diye düşünüyor.
Öte yandan tanıdığı Iraklı mültecilerin hiç biri ülkelerine geri dönmeyi düşünmüyorlar. "Kürtçe konuşuyorsan Irak Kürdistan'ında yaşayabilirsin, orası tehlikeli bir bölge değil. Ancak Birleşmiş Milletlere iltica dosyanı verdiğinde o bölgeden geldiğini bildirdiğinde seni kabul etmeyebilirler. O zaman oraya geri dönmek zorunda kalırsın..." diyor genç adam.
İstanbul'a yerleştikten sonra Melad sığınmacı çocukları bünyesinde barındıran Don Bosco okulunu duydu ve Türkiye'ye geldiğinin ilk yılı orada okumaya başladı. 17 Yaşında, okulunun en büyüğü idi; yanındaki öğrenciler 15-16 yaşları arasındaydılar.
3 haftalık dersten sonra, arkadaşı Danyel, gençlerin İngilizce öğrenebileceği Oratorio adlı bir kabul merkezi bulunduğunu söyledi. "O zaman oraya gitmeliyim" diye düşündü Melad. Yeni kayıt yaptıracakların bir kefile ihtiyaçları olduğundan Danyel onun kefili oldu. Birlikte gittiler ve oranın sorumlusu olan Jacky Doyen ile tanışarak onunla İngilizce konuştu...bu dili zaten biliyordu zira 5 yıl boyunca Irak'ta bir İngiliz okuluna gitmişti.
Gerçekte, devlet okulunun müdürü onun iyi İngilizce seviyesini tespit edip, ona zamanında böyle bir okulun mevcudiyetinden söz etmişti, bu da Melad için bir fırsattı. Türkiye'ye geldiğinde sadece sözlü pratik yapması gerekiyordu, zira Irak'ta okulda Kürtçe, sokaktaysa Arapça konuşulurdu İngilizceyse konuşulmazdı.
Sonuçta Melad'ın Türkiye'deki ilk yaşam yılı Pazartesiden Cumaya Don Bosco okulunda, hafta sonlarıysa Oratorio'da geçiyordu. Erkek çocuğu olduğundan, Iraklı kızlara nazaran o okullara gitmekte sıkıntı yaşamadı.
İngilizce okulu ile Irak'ta Dahut hayvanat bahçesine gezisi, Aralık 2011, Melad tarafından verildiği resim
Oratorio'da Kutsal Kitap'tan konuşuluyor, Kutsal Söz açıklanıyor ve oradaki Salezyen Cemaati gençleri Allah'a yaklaştırmayı hedefliyor; orada ayrıca sportif ve kültürel etkinlikler de yapılıyordu; basketbol, voleybol, masa tenisi, baby-foot türünden, ayrıca Noel ve paskalya yortuları sırasında da partiler düzenleniyordu.
Kışın her cumartesi ve pazarları 1-1,5 saatlik ingilizce dil kursları verilmektedir zira yetkililer bu mültecilerin bir gün, İngilizce konuşulan bir ülkeye göç edeceklerini, dolayısıyla İngilizceye ihtiyaç duyacaklarını biliyorlar.
Oratorio'ya geldiğinde orada yaklaşık 80 genç bulunuyordu. O sayı 100'e, daha sonraları 120'ye çıktı. Halen 18-25 yaş grubunda yaklaşık 60 genç hafta sonu orada buluşmaktadır.
Son aylarda "Don Bosco ile 2016'da genç Iraklı sığınmacı olmak" adlı bir tiyatro oyunu gerçekleştirdi ve NDS gösteri salonunda 10 gün öncesinde oyun oynandı. Melad o zamana kadar hiç tiyatroda oynamamıştı. Jacky Doyen projeyi gruba anlatıp oyun katılmak isteyenleri sorduğunda, Melad hemen olumlu yanıt verdi. Riki lakaplı ve Don Bosco okulunda çalışan biri senaryoyu yazdı: 9 farklı yaşam dilimi; bunlardan 5'i Irak'ta, 4'ü Istanbul'da geçmektedir. Riki oyunda yer almadı ama oyunun yöneticisi gibi oldu ve dramatik sahne sanatı hocası Kemal Oruç ile birlikte oyunun gerçekleşmesine katkıda bulundu.
Geçmişte tiyatro yapmış 2-3 genç dışında yeni oyuncular için ilk provalar zor oldu. Roller oyunculara dağıtıldı ve iki ay boyunca gençler gerçek yaşamlarını sahnelendirmek için çalıştılar.
2015'den beri Jacky Doyen bu projeyi yapmayı tasarlıyor ve bundan söz ediyordu ama nihai karar 2016 eylülünde alındı. İki ay ve 80 saatlik prova sonucunda - haftada bir gece ve ayın ilk hafta sonlarıyla başlayan ve gösterim sayısı artarak giden oyun çok gerçekçi ve özgün biçimde seyircileriyle buluşmuş oldu. Yeni bir proje daha öngörülmekteydi ancak bu kez Melad "Ben artık gidiyorum" yanıtını verdi.
Bu deneyim ona ne getirdi? Eğlendi, keyif aldı, oyunculuğunun yanı sıra kendisine "sahne yönetmenliği" rolü verildiğinde oyuncuların sahne girişlerini vs. düzenlemişti.
Türkiye'de geçirdiği ikinci yılda evde çok Türkçe okudu ayrıca Jacky Doyen'in hazırladığı bir program kapsamında Afrikalı bir gruba İngilizce öğretti. Başta Melad bunu kabul etmek istemedi. 50'sinde, babasının yaşındaki erkeklere ders veremeyeceğini düşündü ama sonunda yaptı...
Bu son yıl, gidene kadar Caritas'ta tercüman olarak çalıştı ve bu dönem boyunca, işi gereği Bağcılar, Esenler, Sultan Gazi (kendince beteri olamaz) gibi birçok zor semtlerde ikamet eden Suriyeli mülteci ile tanıştı.
Bundan sonra ailesi ile birlikte 24 Ocak'ta gideceği Melburn'da başlayacak olan üçüncü yaşamını nasıl görüyor? Orada ne yapmayı düşünüyor?
Üniversiteye gitmek istiyor ama hangi bölüme gideceğini bilmiyor. önceleri Avustralya'ya gitmek için vizesini aldığında bunu düşünmeye başlayacağını söylüyordu, şimdi vizeyi aldığından beri ise, kafasının karıştığını ve düşüncelerinde kaybolduğunu itiraf ediyor.
İleride hangi mesleği yapmak istiyor, kendisi de daha bunu bilmiyor. Küçük iken, anne ve babası ona "doktor olursan iyi olur"; "doktor yada mühendis ol" derlerdi ama bunlar yapmak istediği meslekler değil. Doktor yada mühendis olacak ise, bunu ebeveynlerinin tercihi olduğu için yapacak ama... Tiyatro oynayacak mı, onu da bilmiyor, bunu düşünmedi, ama sanmıyor zira çok stresli bir iş.
Öncelikle Avustralya'daki yaşama uyum sağlamak ve sonrasında yavaş yavaş olayları yerli yerine oturtmak gerekecek.
Hıristiyan olarak Melad kendisini kiliseye çok yakın hissediyor, birçok etkinliğe ve toplantıya katılıyor. daha önceleri Irakta 'da bu tür etkinliklere katılırdı zira babası "şamas" idi. Bu, papazın yokluğunda onun yerine geçebilecek ve ayini yönetebilecek kişiye verilen addır.. Her pazar kiliseye gitmesi zorunluydu; bunu her zaman istemiyordu ama yine de gidiyordu... Bu onun tercihi değildi ama şimdi babasına, kendisine böyle bir hediye sağladığı için şükrediyor. Melad da bizzat küçük bir "şamas" oldu.
16 yaşında ayine gidiyordu çünkü orada arkadaşlarıyla buluşuyordu....bugün de Melad hala ayinlerde papaza yardımcılık yapmaktadır; özellikle de görkemli törenlerde (örneğin Papa'nın 2014 Kasım sonunda İstanbul'u ziyaretinde, veya 2016'daki yeni Episkopos tayin töreninde olduğu gibi).
Oratorio'da özellikle sığınmacı olmanın kötü bir şey olmadığı, bunun insanı diğerlerinin altına indirmediğini öğrenmesi dışında, Türkiye'de geçirdiği üç yılın ardından Melad'da ne kalacak? Tabii Türkçesi, Türk algılama biçimi ve insanların burada nasıl düşündükleri. Kanısınca Türklerin düşünce yapısı Iraklılarınkinden farklı ve Avrupalılarınkine daha yakın.
Melad'ın ana dili Keldani, Kürtçeyi biliyor (bu, ilk yaşamında, okulda ve sokakta gerekliydi), Arapçayı televizyondan ve okuyarak öğrendi, İngilizceyi ise (TOEFL'in denkliğine gelen IELTS sınavını Türkiye'de geçti) söktü, Türkçesini de çok iyi geliştirdi ve dört aydan beri Duolingo uygulamasıyla Fransızca öğrenmeye başladı. Halen, sahip olduğu geniş düşünce yeteneği gibi, Melad'ın dil bagajı saygın bir yoğunlukta.
Güle güle git, yolun açık olsun tatlı Melad!
Buraya tıklayarak, fransızca versiyonu okuyabilirsiniz.